28 Kasım 2018 Çarşamba

İLETİŞİM

Merhaba
Ezen bolsun

Yağmurlu bir sonbahar sabahı, bir köşe yazısı ile kendi köşemi hatırladım. Sahi, ne kadar yer kaplıyorum, yada kaplıyoruz dünyada demeyeceğim, zira dünyayı aşma vaktimiz geldi ve geçiyor. Bu nedenle uzayda ne kadar yer kapladığımızın daha önemli olduğunu düşünmekteyim. Dün, belkide önceki gün, daha önce miydi, yoksa yarın mı, zaman nedir kim icat etti? Zamanı başka bir zaman incelenecek notların arasına bırakarak gündeme gelelim. 

Mars gezegenine yeni bir robot (insight) gönderdi insanoğlu. Sabit ve hareketsiz, bulunduğu yerden Mars gezegenini tanımlayacak ve oradan bize bilgi iletecek. Biz de bu bilgilerden yola çıkarak Mars gezegeninde yeni bir yaşam kurabilir miyiz bakacağız. Mars gezegeninin bize olan mesafesi 55 milyon km ile 400 milyon kilometre arasında değişiyor. Ortalama mesafe 225 milyon km. Bize yakınlaşmasını beklemek için 15 yıl gibi bir zamanın geçmesi gerekiyor. 

Daha öncesi de var tabiki. bundan yaklaşık 40 yıl önce uzaya gönderilen bir cihaz ile halen iletişimimiz devam ediyor. 2015 yılı sonunda Güneş Sistemi'ni terk eden Voyager 1 uydusu Alfa Centauri (yaklaşık 40 trilyon km ya da 4,3 ışık yılı) istikametine  doğru saatte 80 bin km hızla yoluna devam ediyor.

Bunların ortak noktası bulundukları konumlardan dünyaya sürekli bilgi göndermeleri. Özellikle Insight yaklaşık 170 milyon km den proje dahilinde gönderilen MarCo A ve MarCo B uyduları sayesinde canlı yayın yaptı. 7 dakika gibi bir sürede dünyaya bilgi gönderdi. Bilgilerin yorumlanması ve değerlendirilmesi süreçlerini de hesaba kattığımızda ne kadar yüksek hızda iletişim kurulduğunu daha kolay anlayabiliriz.

İşte asıl mesele de burada. Daha açıkça ifade etmek gerekirse gönderilen sinyallerin yorumlanmasında.

İletişim TDK sözlüğüne göre Duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması anlamına gelmektedir. Bu manada bilginin iletilmesinden ziyade yorumlanmasının önem kazandığı görülecektir. Son yapılan araştırmalarla ortaya çıkarılan Urfa Göbeklitepe kazı alanından elde edilen ve zamanımızdan 12 000 yıl  öncesinde dair bilgiler içeren (M.Ö. 10 yy) verilerin halen incelenmeye devam edilmesi buna en güzel örnektir. 

Alınan bilginin işlenmesi açısından öncelikle kanalları değerlendirmemiz gerekecektir. İletişim kanallarını dünyamız açısından yazılı sözlü ve görsel olarak 3 ana boyutta değerlendirebiliriz. Daha ileri seviye olarak uzaydaki boyutları da hesaba katmamız gerektiği kanısında olsam da bunun mevcut bilgi ve teknik ile çok da mümkün olmayacağını düşünmekteyim. Nitekim hali hazırda 3 boyutlu bir düzlem olarak tanımladığınız uzay zamanın eklenmesi ile başka bir anlam kazanır. Hatta geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden S. Hawking'in ortaya attığı paralel evrenler düşüncesi çerçevesinde bazı bilim insanlarının yaptığı çalışmalarda ortaya çıkan 11 boyut olayı; daha büyük bir gizem ve incelik kazandırır hem uzaya hem de konumuz olan iletişim kanallarına. Hawking Karadelikleri incelerken Einstain'in teorisine ekleme yapmış ve karadeliğin olay ufkunda zamanın 0 olduğunu ifade ederek aslında zaman boyutunun göreceli bir kavram olduğunu fikrini ortaya atmıştır. Hoş bu fikir Einstain'den beri vardır. Bu anlamda zamanı da kullanarak her bir boyutta ayrı ayrı ve tüm boyutlarda ortak olmak üzere her türlü bilgi paylaşımı yapılabilir. Daha açıkça uzayda veri iletimi için 11 faktoriyel hesabı ile 39 916 800 farklı iletişim kanalı kurabileceğimiz gerçeğine ulaşırız.

Dünyaya dönersek yazılı sözlü ve görsel dediğimiz 3 kanal karşımıza çıkacaktır. Ben yazılı iletişimin de görsel kategoriye dahil edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira yazı görünürde 2 boyutlu düzleme aktarılan şekiller gibi görünse de temelde onlar da 3 boyutlu yani görsel ifadelerdir. 

Sesli iletişim ise başlı başına bir muammadan ibarettir. Yaşayan her canlının kendi yapısına uygun olarak çıkardığı seslerle kurulan iletişim kanalıdır. Yerde sürünen yılandan insana varana kadar her canlı kendi türüne yapısına ve yaşadığı coğrafyaya uygun olarak ayrı bir sesli iletişim kanalı oluşturmuştur. Bugün şaka olarak değerlendirdiğimiz karadeniz gerçeği bunun en belirgin örneğini oluşturur ki dağlık ve dağınık halde bulunan yerleşim yerleri arasında ıslıkla iletişim kurulmakta olduğu çok sayıda belgesele konu olmuştur.

Hayvanların yaşamlarına dair belgesellerde her hayvanın farklı yöntemler geliştirerek kendi cinslerine yada başka türlere karşı mesajlar oluşturdukları bariz görülmektedir. Bir aslanın kükremesi ile bir bukalemunun renk değiştirmesi yanında havada uçan kuşun uçuş rotası dahi bu yöntemler arasında sıralanabilir. Dikkat edilirse sadece ses olarak değil davranış olarak ta bu iletişim yöntemi kullanılmaktadır. Arkadaşımızın ya da annemizin takındığı tavır mesela sesli yada görüntülü iletişim yöntemleri arasında hangisine isterseniz eklenebilecek bir yöntemdir.

Peki nedir görsel iletişim?

Yukarıda Göbeklitepe ifadesini kullanmıştım. Zamanımızdan 12000 yıl önce bazı insanlar ibadet etmek amacıyla! kayaları şekillendirerek kendilerine bir mabet yaptıkları görülmektedir. Henüz demirin bile icat edilmediği bir ortamda kayaları şekillendirmelerinin yanında kayaların üzerine başka başka şekiller çizerek zamana mesaj bırakmaları ile bizim Voyager 1 ile uzaya mesaj bırakmamız aynı olgunun sonucudur.

Bizim bu şekillere anlam yüklememiz, anlatılmak istenenleri anlamamız ile uzaylı bir ırkın Voyager 1 içerisinde bulunan altın disk üzerine işlenen dünya dillerine ait 55 farklı selamlama mesajını anlamaları, anlamlandırmaları aynı işlemin görüntüsüdür.

Bunların yanında mağara duvarlarına çizilmiş olan kaya resimlerini anlamlandırmak ta aynı işlemin bir başka görüntüsüdür. Olaya sadece resim olarak bakmak yanlış olur. Nitekim inşaat teknikleri de bir başka görsel iletişim yöntemidir. Günümüzde geçmiş uygarlıkları tanımlarken doğrudan yapı kalıntılarını inceleyerek ana fikir oluşturmaktayız. Roma Mimarisi, Barok etkisi, Helen dönemi gibi yorumlar yapılara işlenen görsel etkiler sayesinde ortaya çıkmıştır.

Burada olayı biraz daha karmaşıklaştırmalıyım diye düşünüyorum. Yıllar önce oğlumla yaptığımız bir yürüyüşte bana sorduğu soruya karşılık "herşeyin bir dili vardır, mesele onun dilinden anlamaktır" dediğimde "olur mu baba taş konuşur mu" demişti yerdeki kayayı göstererek. Tabiki yaşının ve yaşam kalıplarının oluşturduğu bir tepki idi bu. Oysa yukarıda verdiğim örnekte Mars gezegenine gönderilen Insight robotu Mars gezegeninin konuşmalarını dinlemek ve dünyaya yollamak üzere görevlendirilmiş bulunmaktadır. Mevcut teknik ile bulunduğumuz konumdan başka bir uzay cismini ancak bu şekilde çözümleyebiliyoruz. İleride evrimimizi ve tekniğimizi tamamladığımızda ki halen de buna dair kullandığımız bazı yöntemler mevcut, bulunduğumuz yerden uzayı hatta varlığı tartışmalı olan paralel evrenleri de çözümleme şansımız olabileceği düşüncesindeyim.

Hubble teleskopunun uzaya gönderilmesi ile bakış açımız gelişmiş, uzayın derinliklerinin farkına varmaya başlamıştık ki maalesef teleskopun çalışma süresi doldu. Bu kez yeni ve daha gelişmiş bir teleskop gönderdik uzaya. Dünya yörüngesine yerleştirilecek olan James Webb teleskopu ile çok daha ileri aşama tahliller yapabileceğiz. Sadece görsel olarak değil, aynı  zamanda değişik radyoaktivite boylarında da taramalar yapıldı. Hatta büyük patlama sonrasının sesleri kaydedildi ve çözümlendi. Bugün çok ama çok uzak bir galaksi içerisinde bulunan herhangi bir yıldızın hangi zamanda oluştuğu ve içerisinde hangi metallerin bulunduğu bilgisine ulaşabilmekteyiz. Neredeyse büyük patlama ile aynı zamanda oluşmuş, emsalleri çoktan parçalanmış bir yıldızımız bile var uzayda. 

Bir dakika bir dakika gerçekten var mı, yoksa bizim gibi bir hayal (et) mi o da? Serap görüyor olma ihtimalimiz nedir düşündünüz mü? Ya sadece bir yazılımdan başka birşey değilse yaşam! Bugünlük bu kadar yeter sanırım. Bulanıklaşmaya başladı her şey. Gördüğümüz duyduğumuz şeyler bir hayal olabilir mi? Ya beynimiz bizi kandırıyorsa. Ses dediğimiz şeyler birer titreşim belki lakin karşımda konuşan gerçekten sen! misin? Ya bu ışık neyin nesi, mevcut enerji seviyesi ile farklı farklı görünüyor gözümüze, oysa hepsi bir oyun bir aldatmaca olabilir mi? 

Saygı ve Sevgilerimle


1 Eylül 2018 Cumartesi

DOLAŞIKLIK

Herkese Merhaba!


Merhaba demişken bu sözcük için küçük bir araştırma yaparsanız Arapça "farab=ferahlık" yada Farsça "Benden size zarar gelmez" anlamında olduğunu göreceksiniz. Biz en çok bilinen ve ozanın da dile getirdiği şekilde "aç yüreğini bir merhabaya/kardeşin duymaz eloğlu duyar" anlamıyla ifade ederek sizi saygı ve sevgi ile selamlıyoruz. Orta Asya söylemi ile ifade etmek gerekirse "ezen bolsun" diyerek burada keselim ve ilk konumuza girelim.

Burada bulunma amacımız geçmiş ve gelecekte devlerle ve cücelerle yaşamış olduğumuz olaylar, bu olayların gelişim ve sonuçları üzerinde değerlendirmeler ile sizlerin yorum ve katkılarını alarak karanlıkları aydınlatmaktan ibarettir. Bilhassa uzay seyahatlerimizin dillere destan olacağı ümidindeyiz. Bu seyahatler boyunca yaşamış olduğumuz olayları, karşılaştığımız varlıkları ve bu varlıkların izdüşümlerini sizlerle paylaşmak ve sizlerin de düşüncelerinizi eleştirilerinizi almak bizi mutlu edecektir.

Bu noktada bir açıklama yapma ihtiyacı hasıl olduğu kanaatindeyiz: Nitekim 1935 yılında Schrödinger tarafından ortaya atılan "dolanıklık" ilkesi çerçevesinde bakıldığında ve daha da önemlisi, bundan yüzyıllar önce gerek Farabi (doğruyu keşfettiğiniz halde yanlışı bulmak hiç de zor değildir), gerekse Mevlana tarafından ifade edilen (bir kelebeğin kanat çırpışı arşı alada fırtınalar koparır) söylemleri bir arada düşünüldüğünde yukarıda yazdıklarım çok da garip olmayacaktır. 

Bilim dediğimizde akla gelen ilk şey matematik ve fen'dir. Oysa matematik ve fenne giden yol "Felsefe" den geçer. Felsefe insanın kendi kendine oynadığı bir soru cevap oyunudur ki bir anlamda hayatın da aynasıdır. Hayat ise doğum ve ölüm arasında sıkışmış bir başka muamma, bir başka sorudur! 

Soru deyince Sokrates'i anmamak nankörlük olur. Zira Sokrates'in "Atina bir At ben de bir at sineğiyim" diyerek çevresindeki insanlara, öğrencilerine sürekli sorular sorduğu, kendi kendine konuştuğu, çıkarımlarda bulunduğu, MÖ 500. yıllarda düzene karşı geldiği için yargılanarak ölüme mahkum edildiği ve baldıran zehirini içerek hayatına son verdiği bilgisini de araya sıkıştıralım. Yine Sokrates'in "mutlaka evlenin, eşiniz iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunuz" öğüdünü de sizlerle paylaşarak Felsefeye dair açıklamalarımıza devam edelim.

Matematik ve Fen'den yola çıkarak 1930'lardan 1200'lere oradan 900'lere ve bugünkü yazımızda en nihayi MÖ 500'lere kadar uzanan seyahatimiz sonucunda bilimin "Felsefe" ile mümkün olacağını ifade etmeye çalıştık. Zira Felsefe; en basit anlatımıyla saat geç oldu uyku vakti geldi çıkarımından hareketle yılı 12 aya, ayı 30 güne, günü 24 saate, saati 60 dakikaya, dakikayı 60 saniyeye, saniyeyi 100 saliseye, saliseyi ... (tamam bu kadar yeter) bölerek "an"lara ulaşmaya çalışma sanatından ibaret olup asil işlemi ile beyni çalıştırmak ve farklı hususlar arasında gerek bağlantı gerek ayrılıkları düşünmeyi gerektiren bir bakış açısı sunar. 

Kısaca siz "Düşünce" ye ket vurur, onu zincire bağlarsanız aramızda büyük patlama ile kurulmuş olan dolaşıklık zincirini koparmış olacak; Farabi'nin, Mevlana'nın, Schrödinger'in kemiklerini sızlatacak, insanların "Işınlama" ile uğraştığı çağımızda bilginin nasıl olduğu bilinmeyen bir şekilde var olduğunu bile bilemediğimiz uzayın en uzak gezegenine saliseden de kısa sürede nasıl ulaştığına dair tüm çıkarımların üzerine salça dökmüş olacaksınız.

Ezen bolsun